“Sular yükselince, balıklar karıncaları yer... Sular çekilince de karıncalar balıkları yer... Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin.. Çünkü kimin kimi yiyeceğine "suyun akışı" karar verir... Afrika atasozu

Pazar, Mayıs 28, 2006

Aç Gözünü Türkiye'm!



İnsanın kafası allak bullak oluyor bazen. Halkımın aklının nereye kaybolmuş olduğunu anlayamıyorum.

Oysa daha dün gibi; benim gözümün önünden şerit gibi geçmekte bazı gerçekler. 12 Eylül 1980 öncesi bir sabah bir ülkücü gencin öldürüldüğü tabancayla, akşamına solcu bir genç öldürüldü. Her iki ailede de yürekler yandı, analar saçını başını yoldu. O günlerde kimse sorgulamayadı bu işin nasıl olduğunu. Kolay mıydı? Var mıydı bunu sorgulayabilecek bir babayiğit? İhtilal olmadan önce insanların gözlerinin körlüğü bunu soruşturmayı engellemişti. Kim yapabilir bunun açıklamasını? O silah kimin elindeydi de, farklı siyasi görüşten iki genci yoketmişti? Üstelik her bir grup da bunu, karşı grubun yaptığını zannetmişti?

Kan gövdeyi götürmüştü ülkemde. Binlerce ocak yandı, binlerce genç birbirine düşürüldü. Binlerce ana-babanın düşleri öldü. Evlattan değerli bir varlık var mıdır acunda ana-baba için? Bütün bu ana-babalar acılarını yüreklerine gömdüler. Yüreklerde kaldı bu kıstırılmış acılar. Kimse hesap soramadı. Ne o gün, ne daha sonra.

Yıllar sonra Ufuk Güldemir'in "Kanat Operasyonu" adlı kitabından öğreniyoruz ki, bir ABD'li Orgeneral'in(Roger) emriyle siyasetin dışına çıkılarak, demokrasiden uzaklaşarak, Yunanistan'ın, Nato'nun askeri kanadına dönüşüne Evren'in imza vermesi için yaratılmış bir kargaşanın oyuncakları olmuşuz. Ne acı, değil mi? Bütün bu evlatları ne uğruna yitirmişiz? Ben o kuşağın sağ kalanlarındanım; daha aklı başında ve okuyan bir genç, aynı zamanda da ülkesine dünyadan bakmayı öğrenmiş bir genç olarak yaşamış olduğum için, belki bir çok arkadaşımıza rağmen bugünleri gördüm ve görmekte birçok akranım da benimle birlikte.

Sonra "Susurluk" dediler. Ama, demek ki, o zaman da akıllı siyasetçilerimiz yoktu ki, her şeye rağmen demokratik açılımı sürdüremediler ve demokrasiyi yerleştiremediklerinden, failleri bulunamadı. Görünene bakmayın, o ancak, "derin devletin" göstermek istediği kadarı oldu.

Son zamanlarda Şemdinli olayı patlak verdi. Başbakan televizyonlardan bize, işin sonuna kadar gidileceği söylemini iletti. Bu olayı ört bas edenlerin ellerinde nasıl bir koz var ki, hangi siyasetçi gelse, sus pus oluyor?

Peki Danıştay davasının patronu kim? Oyunu kim tezgahladı? Bu olayda bir kısım insanımız nasıl da oyuna getirildi? Hala da aynı oyuna gelmekte ısrarlılar? Hala ne kadar da kör bakıyorlar dünyaya? Nasıl olur da, olayın sadece ve sadece demokrasiden ödün vermemekle çözüleceğinin farkına varmazlar? Nasıl olur da sadece bir avuç aydın kazan kaldırır, demokratik hakların yeni çıkarılan yasayla sınırlanacağının ve bunun da sonuçlarının çok kötü olacağının? Mangalda kül bırakmayanlar nerede? Hala mı körlükte ısrarcısınız? Birileri istediği hükümeti kurdurtup, istediği hükümeti düşürüyor? Kim bu birileri? Hala mı bunu görmemekte ısrarcısınız?

Bugün mevcut hükümeti beğenmeyebilirsiniz. Ama nasıl olur da "Bunlar gitsin de, isterse demokrasi olmasın" gibi bir mantığı güdebilirsiniz? Bugün kaybolan demokrasi, yarın sizin için var olacak mı zannediyorsunuz? Aynı birilerinin, siz onların istemediği bir konuda ısrarcı olduğunuzda, yine o hükümeti de devirme gayretleri içerisinde olacağını görmekten aciz bir ülke miyiz biz?

Hiç kimse hala oturup düşünmeyecek mi, 11 Eylülde kan gövdeyi götürürken, asker aynı asker iken, nasıl oldu da, bir gün sonra aynı askerle, bıçak gibi durdu akan oluk oluk kan? Hala mı evlatlarınızın nasıl olup da, bir oyuna alet edildiğini, hatta kendinizin, arkadaşlarınızın nasıl bir oyuna alet edildiğini göremezsiniz?

Hükümetin uygulamalarını yetersiz buluyoruz. Hükümet ilk üç yıllık performansını yitirdi. Umarım tez zamanda bunu görür ve aklını başıan toplar Türkiye'yi yönetenler. Çünkü, buna gerçekten çok ihtiyaç var. Birileri İran'a saldırma amacıyla taraftar bulamadığından, ülkemizi kendi paspası yapmak istediğinden, bizi yumuşak karnımızdan kaşımaya başladı ve ne yazık ki benim safsata "entel dantellerim", başlarını devekuşu gibi kuma gömmüş, bu uğurda demokrasi gidecek, farkında değil.

Tahmin edemeyeceğiniz kadar zor bir döneme giriliyor. Bu kaşıma devam edebilir ve ülkem bu yaz günleri korkunç manzalar ile karşılaşabilir. Buna bir destek de siz vermeyin ne olur!!!

ABD'nin ekonomisi oldukça güç günler yaşıyor; Rusya kendi enerji borsasını kuruyor, İran ABD Dolarnı kullanmayı bırakacağını açıklıyor, Uzak Doğuda Çin gibi bir İmparatorluk gelişiyor ve süper güçler el değiştirecek. Bu el değiştiriş esnasında dünya krizlere gebe. Ekonomik krizler de, insanların acı çekmesi ve susturulması için despotların at oynattığı zamanlardır.

Aç gözünü Türkiye'm! Demokrasi olduğu sürece bugün bu hükümet gider, yarın senin oy verdiğin hükümet iktidar ve muhtedir olur. Ama demokrasi işlemez de rafa kalkarsa, kuracağın hükümet de muktedir olamayacaktır! Demokrasinin işlemesinin tek yolu da, hangi iktidar olursa olsun, demokrasiden ödün verilmemesi üzerine söylemde bulunmaktır. Birilerinin istediği hükümeti kurdurup, istediğini devirmesi oyununa alet olmamaktır.

28 Mayıs 2006
Birsen Şahin

Perşembe, Mayıs 25, 2006

Yeni Yıl Düşleri

Çarşamba, Mayıs 24, 2006

Bush Babasını Bile Satar!!!




Devekuşları kafalarını kuma gömerler. Yazık ki bu aralar ülkemde de insanlar kafalarını kuma gömmeye başladı.

Kumdan çıkaralım şu kafalarımızı da dünyaya bir bakalım, neler dönmekte:

ABD Doları günden güne birçok ülke tarafından terk edilmekte. Rusya 1 Temmuzdan itibaren kendi petrol ve enerji kaynakları borsasını kuracağını açıkladı. Bu açıklama ile birlikte dünyaya ruble pompalamakta.

Diğer taraftan, her ne kadar şu anda uygulamaya fırsat bulamadıysa da, İran da ABD Dolarına karşı Euro kartını kullanma söylemlerinde.

Peki nedir bunların elindeki güç?

Rusya’nın elinde dünya petrol ticaretinin %15,2si
Rusya’nın elinde dünya doğalgaz ticaretinin %25,8i
İran’ın elinde dünya petrol ticaretinin %5,8i

Dünyadan en büyük enerji ihtiyacı kimde? ABD!!!

ABD, her ne olursa olsun, nükleer masalının ardına saklansın, saklanmasın, İran’a saldırı hedefi söylemlerini gün be gün arttırmada.

(2001 Yıl sonu verileri açıklandığında da ABD bütçesi 1,6 katrilyon dolar açık vermişti ve tabii Irak petrolleri bu açığı kapatmak için emperyalistlerin gelmesini bekliyordu!!!)

Diğer taraftan da Güney Amerika ülkeleri de Euroya dönüşüm hazırlığı içerisinde.

Şimdi ABD’nin yerinde olun ve hesaplayın bakalım. Türkiye İran saldırısında ABD tarafı olmazsa, ABD ne oranda başarılı olabilir? Malum, İran bir Irak değil. Ne teknolojik olarak, ne de bilinç olarak. ABD’nin işi bugüne dek olmadığı kadar zor. Üstelik hala da müttefik bulamamış durumda. Bu durumda, kargaşaya teslim olmuş bir Türkiye, ABD’nin işine yarar mı, yaramaz mı? Buyurun siz karar verin. Hiçbir çete yerden mantar gibi bitmez!

Bütün bu gelişmeler oladururken, bölgemizi aydınlık günler beklememekte maalesef ki. Kanayan bir bölgede, ne kadar hasarsız ayakta kalabilirsiniz?

İyi bir dünya görünmüyor yakın zamanda. Kuyruğu kıstırılmaya başlanmış ABD tabii ki faizlerini arttırıp, parasının değeriyle oynayacak ki, dünyada nereye gidebileceğine karar verememiş, deli bir para, kendisinden fazla uzaklaşmasın. Bahsedilen rakam 70-80 trilyon ABD doları arası bir para. Bu paraya Bush değil İran’a saldırmak, babasını bile satar herhalde!


Birsen Şahin
24/05/2006

Pazar, Mayıs 21, 2006

Karanlığı Kim Sever?




Benim kuşağım ve benden önceki kuşaklar çok net hatırlayacaklardır. Türkiye’de ne zaman ihtilal olsa ve ihtilalden sonraki ilk seçimler yapılsa, daima sağ partiler hükümet olmuşlardır.

En yakın zaman dilimi seksenleri hatırlayalım. Ne kadar uğraşmıştı “nitekim”paşalar, kendi adamlarını iktidara taşımaya da, halk yine bir sağ partiyi iktidara taşımıştı, hem de ezici bir çoğunlukla.

Bugünkü iktidarı beğenirsiniz, beğenmezsiniz, bu ayrı bir konu; ama, bir gerçek var ki, bugünkü iktidarın oyları uzaydan gelmedi, aramızdan, bizlerden geldi. Siz olmayabilirsiniz oy verenlerden biri; ama, değil mi ki siz seçim ile işbaşına gelecek bir hükümet için oy kullanmayı gerektiren bir ülkenin ferdisiniz, ve değil mi ki siz sistemin doğruluğuna inananlardansınız, o zaman, seçilmiş bir hükümete taraftar olmayabilirsiniz, yaptıklarını eleştirebilirsiniz, yaptırımlar uygulamak için, sivil toplum örgütleri kanalıyla, etkinliğinizi gösterebilir ve hükümeti yönlendirebilirsiniz; ancak, eğer siz bu ülkede bir Genelkurmay Başkanının sözlerini içinize sindirebiliyorsanız, o zaman siz demokrasi falan istemiyorsunuz.

Ben, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve demokrasinin gereği olarak, bu sözlere açıklama istiyorum. Demokrasinin ülkemde yerleşmesini ve demokratik uygulamaların önünü hiç bir şeyin kesmemesini istiyorum. Unutmayalım ki, bugün demokrasi size lazım olmasa da, yarının ne olacağı hiç mi hiç belli olmayacaktır.

Duyarlı bir vatandaşı en çok acıtan sadece bir Genelkurmay Başkanının tarihte kara sözler olarak yer alacak konuşması değil, neredeyse çığırtkanlık boyutuna varan ve bu yolda hala prim yapmaya çalışan ve ölünün derisini soymaya alışan siyasi bir liderden gelmektedir.

Ne oldu da bu duruma gelindi?

Bir süredir ABD, karşılarında gerektiğinde Irak konusunda kendisine olumsuz cevap veren bir hükümet görmekte ve oldukça zorlu bir müttefik ile işbirliği yapmaya çalışmakta; bir başka husus ise, her ne kadar müreffeh bir Türkiye henüz oluşmadıysa da, dünyadaki konjünktüre uygun olarak liberal ekonomiyi kurallarıyla uygulamak için elinden geleni yapmakta olan bir hükümet söz konusu ve bu hükümetin kan kaybı olmadığı gibi, halk hala daha büyük oranda hükümete desteğini sürdürmekte. Yakın zamanda insanlar uzun vadeli kredilerle ev alma hayali yaşamakta. Gelişen ve eğitim seviyesini yükselten bir Türkiye’de zaman içerisinde insanlar fazla ev ihtiyacı hissetmeyecek ve paralarının büyük bir kısmını da dünyayı gezip, görmeye ayıracak. İşte bu çok tehlikeli bir durum birileri için. Gelişmiş ve zenginleşmiş bir Türkiye en başta ABD’yi ürkütmeye başlamıştır, çünkü Irak dolayısıyla Türkiye ile sınır komşusu olmuştur ve Türkiye’ye imrenen bölge halkları bu yolda adım atmak isteyeceklerdir. Oysa bu sömürge düzeninin sahiplerinin işine gelmeyecektir.

Bütün bu açmazlar üst üste konulup, bir de gelecek yıl Cumhurbaşkanlığı seçiminin AKP iktidarı tarafından yapılacak olması, Türkiye’de cahil okumuşları, yazık ki kaosa götürmekte.

Bu kaostan kim nemalanacaktır? Bu düşünüldüğünde, bugünkü senaryoları hazırlayanlar da çıkacaktır ortaya.

Başbakanın yapacağı en doğru iki yol kalmıştır; ya yeni kabinesini takdim edecektir, ya da derhal seçim sandığını işaret edecektir.

Gelecek seçimlerde en şanslı aday yine AKP olacaktır ve bu seçim yazık ki CHP’ni tamamen silip, süpürecektir. Baykal da uygun bir köşe bulup, oraya gitsin ki, benim ailem gibi eski CHP’liler kendisini bulamasın. Çünkü önümüzdeki seçimin favorileri AKP, ANAP, DSP ve MHP olacaktır ama kesinlikle CHP olmayacaktır.

Ülkemizde demokrasi istiyorsak, tartışmaya açık olacağız; eylemden uzak durarak sorgulamaya açık olacağız; farklı beklentilerimiz olduğu durumlarda da ortak zeminleri arayıp, bulacağız ve bunlar üzerinde ülkemizi her gün bir önceki günden daha ileriye götürmenin yollarını arayacağız.

Ülkemizi bölmek için uğraş vermeyeceğiz!!!

Cuma, Mayıs 12, 2006

Annemin Aynası



Sıcacık bir düş koynunda yaşanan
Bazen kendi açmazlarına gebe
İki nesil savaşları
Hiddet savrulur duvağından
Yapamazsın
Gözbebeklerin kanar, dokunamazsın
Yıkadığın her hayalde gizli
Engin düşlerin
Tertemiz ellerin diş diş
Isırılmış geleceğin
Bir tutam nefes kalır sana
Ucunda dölün

12/05/2006
Birsen Şahin

Cumartesi, Mayıs 06, 2006

"AB'de Hazım Gücü" Senaryoları


AB bunca zamandır bazı ülkeleri bünyesine aldıktan sonra, kuruluş anlaşmasından günden güne uzaklaşarak, çeşitli senaryolarla yeni üye olacaklara arka bahçede oynama senaryoları hazırlamakta.

Avrupa Birliği ülkelerinden Benelux(Belçika, Hollanda ve Lüxemburg) “Avrupa Birliğinin Hazım Gücü” adı altında bir belge hazırlamaktalar. Bu belge, bu ay sonunda Viyana’da 25 Avrupa Birliği ülkesinin onayına sunulacak. “Hazım Gücü”, “mali kaynaklar”, “kurumsal işlerlik” ve “kamuoyu görüşleri” gibi unsurları dikkate almakta.

Esasen, 1993’te düzenlenen Kopenhag Kriterleri’nde “Hazım Gücü” ifadesi yer almakla birlikte, bizim bakış açımızla olduğu kadar, artık kendilerince de bunun net bir ifade olmadığı gözlemlenmiş olup, daha da netleştirme çabası içine girilmekte.

“AB’nin Hazım Gücü”nün AB komisyonu tarafından da netleştirilmek üzere incelenmekte olduğu, komisyonun kamuoyu görüşü unsurunu ön plana çıkartmaktan yana tavır izlediği belirtiliyor.

Bugüne kadar netleştirilmeyen bu husus, olası oylamalarda, muhtelif görüşler içermiş olacaktı; dolayısıyla AB kendi içerisinde de tam bir mutabakata gidemeyeceğinden, karşılarına gelecek herhangi bir aday üyenin önünde kendileri de tam bir fikir birliği içerisinde hareket edemeyeceklerdi.

Bundan sonra bu konuda bir değişim yaşanacaktır. Kavramlar tam olarak tanımlanacağından, AB’nde de, karşılarına gelebilecek herhangi bir aday üyeye daha net bir tavır koyacaklardır.

Ancak, bir açık kapı sözkonusu; bu açılım hangi dönemi kapsayacaktır? Bundan sonra aday olacak ülkeler mi? Yoksa mevcut adaylar da bu kapsamda mı değerlendirilecektir? Kriterler 1993’te belirlenmiş olduğundan, muhalif olanlar, sadece açılımın yerine oturduğunu, mevzuatın temelinin değişmediğini ifade edecekler ve muhalefetlerini daha güçlü yapacaklardır. Diğer taraftan da bizim gibi aday ülkeler, bu işin iyiden iyiye “arka bahçede oynayın” oyununa dönüştürüldüğünü ve küskünlüklerini belirteceklerdir.

Bir diğer taraftan da “Genişleme” AB’ni ikiye böldü. Zaman zaman ülkelerin yaptırdıkları anketler, AB genelinde %55 Türkiye’nin üyeliğini destekler hale geldiğini, ancak kalan %45’in muhalif olduğunu göstermekte.

Şimdi merak ediyorum, acaba AB komisyonu bu anketler sonucunda mı “AB’de Hazım Gücü” konusunda özellikle kamuoyu görüşünü ön plana çıkartmakta? Çünkü bu sürecin devamında bizim ayak direyeceğimiz konular olacağından, bizde olduğu gibi AB’de de bize muhalefet artacaktır.

İnsanın kafası bulanıyor!

Birsen Şahin
06/05/2005

Cuma, Mayıs 05, 2006

Dudağın Kenarında Gül



Bir cinayet işlendi
Ölümün dudağında gül
Sabah olmadan tenime
Kin karışır

Faili bulunmaz ölümlerin
Budanmış aşk melekleri
Hüzün çağında doğmuşum
Kan kokar gülüm

Kurtlar raksediyor
Bahara doğan tende
Dudağın kenarında bir gül
Zebanilere hediye

05/05/2006
Birsen Şahin

Perşembe, Mayıs 04, 2006

Fransa'da Diasporanın Etkisi





Fransa’da Sosyalist Parti tarafından sunulan sözde ermeni soykırımını suç sayan yasa ülkemizde gündeme otururken, her nedense pek kimseden fazla ses çıkmamakta ve kimse boykot elini kullanmamakta.

Bugüne kadar iki adım ileri ama bir adım geri atılarak da olsa Türkiye-Ermenistan ilişkileri özellikle ülkemiz tarafından ılımlı yaklaşımlarla ve bu işi zaman zaman tarihçilere ve aydınlara bırakmakla bir zemine oturtulmaya çalışılmıştır.

Oysa şimdi Fransa’nın yaptığına ancak ve ancak “oyunbozanlık” denir. Demek ki Fransa’nın işine gelmiyor, adım adım da olsa ortak zeminlerde buluşması Türkiye ile Ermenistan’ın. Fransa’nın üzerinde bu konuda oldukça büyük bir siyasi baskı uygulanmakta diaspora tarafından. Eh, paranın gücü de malum olduğundan, sanırım Fransa bunu kabullenmeye zorlanıyor.

Fakat bir başka türlü köşeye sıkışır Fransa bu yasayı onaylamaya kalkarsa. Bizim de Fransa ile ticari anlaşmalarımız var. Öncelikle bunlar gerek bugünkü hükümet tarafından ve gerekse gelecek hükümetler tarafından askıya alınacaktır, en azından alınması gerekmektedir. Fransa oturup kara kara düşünsün bakalım, hangimiz daha büyük bir alım gücüne sahibiz; Türkiye mi? Ermenistan mı? Sanırım bu sorunun cevabı Fransa’nın ve Ermenistan’ın hiç hoşuna gitmeyecektir.

Fransa’nın bu yasayı onaylamaya kalkması, Türkiye-Ermenistan ilişkilerine darbe vuracaktır. Üstelik AB’de bir ülkenin bunu yapmışlığı siyasetçileri yargıç konumuna getirecektir ki, bu demokrasi ile bağdaşmayan bir siyaset yoludur.

Umarız 2001 yılındaki gerginliği bir kez daha yaşamayı göze almaz Fransa. Karşısında günden güne ekonomisini geliştiren ve çok fazla genç nüfusuyla çok büyük bir alım potansiyeli olan bir Türkiye Cumhuriyeti durmaktadır.

İş bu aşamaya gelmeden bizim de beş kardeşi gösterme yollarımız var vatandaş olarak. Marketler eminim Fransız malı doludur. Rafları seyredip geçmek, Fransa bu yasayı onaylamadan Fransa’nın yüzüne inecek iyi bir şamar olacaktır.Gelişmişliğin göstergesi bilinçli tüketici olduğuna göre, benim memleketimin insanı da bu bilinci göstermekten aciz kalmayacaktır!

Birsen Şahin
04/05/2006

Salı, Mayıs 02, 2006

Bit Pazarına Nur Yağmaz!




Ecevit’in siyasetteki son günlerini hatırlıyorum. Daha dün gibi; titreyerek yürüyor, sağlam basamıyor, zaman zaman da ne dediği dahi anlaşılmıyor. Hele şu meşhur “af”fını unutamıyor insan. Malum, “af” deyip çıkarttıkları, çok kısa bir sürede tekrar cezaevlerini doldurdular ya, yazık ki, bir çok insanın daha canını yakarak doldurdular oraları. Binlerce insanın canı yandı bu yapılan af ile.

Oysa, bir kesime baktığımda, onlar benim gördüğümü nasıl göremiyorlardı anlayamıyordum o günlerde. Bu kadar yaşlanmış, konuştuğu anlaşılamayan, ayakta durmakta zorlanan bir insanın fiili siyasette kalması bir yana, kalması için ısrar edenleri daha büyük bir şaşkınlıkla izlemekteydim.

Yine Demirel için de aynı duygularım geçerli. Birileri “ha geldi”, “ha gelecek”, “ısınma turlarında” ateşlemeleriyle olayları gündemde tutmayı bir türlü bırakmadılar, bırakmıyorlar.

Ey güzel memleketimin güzel insanları! Bu koskoca ülkemizde hiç mi yetişmiş, ayakta kalmayı becerebilen, uykusuzluğa tahammülü olan, yönetmeyi bilen, bugün söylediğini yarın inkar etmeyen, zamanı geldiğinde ve süresi dolduğunda, ve hatta memleketini iyi yönetemediğinde “gitmeyi bilen” insan yok ki siz hala Demirel’den medet ummadasınız?
Yok biri “sol”u toparlayacak; diğeri “sağ”ı toparlayacak gibilerinden laf etmedesiniz? Yetmiş milyonluk ülkenizde adam mı yetişmedi? Eğer yetişmediyse, bu yetişmemede kimin payı var o zaman? O, beklentilerle peşinde koştuğunuz çınarların değil mi?

Bu memlekette insan var! Hem de istemediğiniz kadar. Ülkemiz yetişmiş insan gücüyle dolu. Hele de genç nüfusa sahiplikte dünyanın önde gidenlerinden.

Gerek Demirel, gerekse Ecevit konuşurlar, hatta hepimiz can kulağıyla dinleriz. Bilgilerinden faydalanırız, kendi hataları olduysa, bu hataları ne zaman, hangi durumlarda yaptılar, bunları öğrenir ve ona göre bugünü değerlendiririz. Ama ne olur, birileri hala “siyasete girdi”, “siyasete dönecek”, “ısınma turlarında” gibi laflar da etmesin!

Geçmişin hataları değil midir bizi bugün bazı açmazlardan kurtaramayan? Geçmişin hataları değil midir bugün AİM’deki 50 davadan 39unun bize ait olması? Geçmişin hataları değil midir bugün hala PKK meselesini çözemeyişimiz? Geçmişin hataları değil midir bugün “Laiklik” üzerinde fırtınalar estirilmesi?

Her insan dönemini tamamlar ve çeker gider. Her siyasi dönem de, kendi dönemini yaşar ve tüketir. Artık yeni bir çağ yaşanmakta, ülkemizde de nice yetişmiş değerli insan var. Artık hala eskide aramayalım lütfen rağbeti! Malum “Eskiye rağbet olsa, bit pazarına nur yağardı”.

Yarının Türkiye’sini yaşı genç siyasiler kuracaktır. Aydınlık Türkiye’nin anahtarı yeni yetişmiş beyinlerdedir. Yarının Türkiye’sini, küreselleşen dünyada, küresel pazara uymakla birlikte, yerel hareketleri benimseyen Türk milleti kuracaktır. Bu potansiyel var bu memlekette!

Bir pazarlarına nur yağmaz.

Birsen Şahin
02/05/2006

Seninle gurur duyuyorum

kalbim seninle

Edith Piaf - La Vie En Rose
by bigproblem11