“Sular yükselince, balıklar karıncaları yer... Sular çekilince de karıncalar balıkları yer... Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin.. Çünkü kimin kimi yiyeceğine "suyun akışı" karar verir... Afrika atasozu

Cumartesi, Aralık 30, 2006

Bayram ve Yeni Yıl Dilekleri

Pazartesi, Aralık 25, 2006

Güle Güle James Brown

It's a Man's World (2004)


http://www.esnips.com/doc/80daa65e-b686-457e-9c13-a810b1130fff

Benim en çok sevdiğim "Woman" adlı parçasını da buraya yükledim. Güle Güle büyük adam.


veya burayı tıklayabilirisiniz

James Brown - Woma...

Cuma, Aralık 22, 2006

Özgürlük Heykeli




Bir taş kadınım bileşkede
Bütün yollar bana çıkar
Kah rüzgarda, kah yağmurda
Görünmez tenimde izler

Hüzün toplarım, aşk toplarım
Zenci, beyaz ve düş toplarım
Görünmez sardıklarım
Tırnaklarımdan akar kanım

Tacım İsa’dan emanet
Kanatır “ol”uvereni
Işığım kendime uzak
Ben kime sorayım?

22/12/2006
Birsen Şahin

Salı, Aralık 19, 2006

Simurg
























Karayı yırtıyorum geceden
Yıldızlar başıma düşüyor
Taç yaprakları döküyorum baştan aşağı
Dal yerde yatıyor


Yılmıyorum
Sana ulaşacağım sonunda, deyip
Hayallerime giderken
Ardımda bıraktığım kendimi görüyorum



19/12/2006
Birsen Şahin

Pazartesi, Aralık 18, 2006

Dmitri Shostakovich Nasıl Kurtuldu?






Shostakovich 5th Symphony





Dmitri Shostakovich
(St Petersburg, 1906 - Moskova, 1975)
Rus besteci ve piyanist Shostakovich müziğe annesinden 9 yaşında aldığı derslerle başladı. 1916-1918 yılları arasında Glasser Müzik okuluna gitti. 1919’da Petrograd Konservatuarı’na, Glazunov’un tavsiyesi ve yardımları sayesinde girdi. Nikolayev’den piyano, Steinberg’den kompozisyon dersleri aldı. 4 yıl içinde piyano derslerini tamamlayıp konserler vermeye başladı. 1927’de Varşova’da Uluslarası Chopın Pıyano Yarışması’nda Mansiyon kazandı. Mezun olma çalışması olarak bestelediği 1. Senfoni 1926’da Petersburg(O zamanki adıyla Leningrad) ve Moskava’da sergilendi. Bu ona 20 yaşında bir ün sağladı. Sovyet rejimine sıkı sıkıya bağlı bir genç olarak müziğin devlete hizmet etmesi gerektiği inancındaydı. Sahne yapıtları ve filmler için müzikler yazdı. Bunu takip eden 10 yıl içerisinde Burun Operası’nı, The Age of Gold ve The Bold isimli bale eserlerini yazdı. Bu besteleri avangard batı müziği etkisinde kalmış, burjuva eserleri olarak kabul gördü ve sahnelenmesi engellendi. Lady Macbeth of the Mtensk Region operasının ve Bright Stream balesinin sahnelenmesinin ardından Shostakovich, Rusların meşhur gazetesi Pravda’da, bizzat Stalin tarafından yazıldığı sanılan bir yazıda, ağır bir dille, şekilci ve burjuva eserler yazdığı gerekçesiyle eleştirildi. 10 gün sonra Pravda’da yeni bir eleştiri yazısı daha çıktı. Shostakovich kariyerinin sonuna gelmiş gibi görünüyordu. 4. Senfonisi’ni prömiyerinin ardından geri çekti. Tepkisi ise 1937 yılında yazdığı ve en meşhur eseri olan 5. Senfoni ile geldi. 1938-1953 yılları arasında sahneden sakınmasına karşın; beste çalışmalarına ara vermedi ve 5 senfoni ile 4 yaylı çalgılar dörtlüsü yazdı. 1937 ile 1941 yılları arasında Leningrad Konservatuarı’nda kompozisyon dersi verdi. 1940 yılında Piyano beşlisi ile Stalin ödülünü kazandı. 1941 yılında savaş dönemini anlatan 7. Senfoni sadece Sovyetler’de değil; İngiltere ve Amerika’da büyük ses getirdi. 1943’te Moskova’ya yerleşip, konservatuarda çalışmaya başladı. 1948’de bıraktığı bu göreve 1960’da tekrar döndü. Bu dönemde 24 Füg ve Prelüd ile Keman Konçertosu’nu tamamladı. Stalin’in ölümünün ardından Kruşcev’in başa geçmesinin ile daha rahat çalışabildi. 1953'te bestelediği bir başyapıt olan 10. Senfoni 22 yıl boyunca en iyi eserlerini bestelediği dönemin başlangıcıdır. Bu dönemdeki başlıca eseleri 11-15. Senfoniler, 6-15. yaylı çalgılar dörtlüsü ve 2 viyolonsel konçertosudur.


Birçokları tarafından Shostakovich bestelediği 15 senfoni ve 15 yaylı çalgılar dörtlüsü ile 20. yüzyılın en büyük ve Bach’a en çok yaklaşan bestecisi olarak kabul edilir. Shostakovich ilk başta Sovyet rejimine çok bağlı bir gençken, daha sonra bu rejimi karanlık ve acı olarak görmüş, bestelerine bu şekilde yansıtmıştır.

Kaynak http://www.beethovenlives.net/index.asp?ID=16281

Pazar, Aralık 17, 2006

Sıkıntı




Kader yarıldı
Mavi düştü içine
Bir güvercin teğet geçti

Bir göz erimi
Kadının sırtında bebesi
Güvercin dokunmadı kadına

Yüreğim daralır
Bir kaplumbağa yürüyüşünde
Güneşim

17 Aralık 2006
Birsen Şahin

Cuma, Aralık 15, 2006

Jerome Murat


jerome murat
Uploaded by segalier

Cumartesi, Aralık 09, 2006

Habitat Bölgesinde Yaşam


Bazıları Habitat nedir anlamını kavrayamadığımdan dem vurup, "öğren de gel" tavsiyelerinde bulunduğundan, ben de bilmediklerini öğrenmeleri amacıyla burada bir ABD'li dostun yaşamını sunmaya karar verdim.

http://earthhomegarden.blogspot.com/search/label/snow Bu linke tıklanıldığında, en alttan ikinci postada, insanların "Doğal Habitat" bölgesinde nasıl bir yaşam kurabileceklerine dair bilgi bulunabilir.

Umarım zamanınız olur ve bloğun tamamını incelersiniz. Gerçekten buna değer.

Cuma, Aralık 08, 2006

Çatlak Tabak



Nereden geldi? Ne zamandan kalma acaba? Hiç bir şey hatırlayamıyorum bu konuda. Hafif sarımtırak artık, beyazlığı da kalmamış. Acaba yeni alındığında da böyle miydi rengi? Yoksa yıllar içerisinde, kullanıla kullanıla mı bu rengi aldı? Ortasında bir çatlak var. Hep vardi. Neredeyse kendimi bildiğim bileli.

Yeni yetmeliğimde ne özeldi bu tabak benim icin. Evdeki tek farklı tabaktı. İlla da yemeğimi ondan yemek isterdim. Neydi? Kimseye benzememe isteğiydi galiba. Herkesten farklı olabilme özlemi. Dikkat çekmek, tek olmak, özel olmak.

Oniki yaşımdan beri var olduğunu düşünsem, kırksekizi bitirmek üzere olduğuma göre, nereden baksam otuzaltı yıllık bir tabak. En azından benim evimde o kadar yaşlı. Ne zaman üretildi, ne zaman pazara çıktı, raflarda veya depoda ne kadar bekledi bilemeyeceğime göre, en doğrusu kendi hesaplayabileceğim sürece güvenmek. Otuzaltı yıl, dile kolay. Üstelik o yıllardan beri de ortasındaki bu çatlağı hatırlarım.

Babam nasıl da sinirlenirdi bana, bu tabaktan yiyeceğim diye tutturduğumda. Çatlak tabak diye herhalde. Allah icin, görüntüsüne düşkün adamdı. Kimse bir kez ütüsüz üst başla görmemiştir, ne de briyantinsiz saçlarla. Çok iyi bakardı kendisine. Sofrada ondan sevmezdi sanırım çatlak bir tabakla masaya oturmamı. Hatta annem koymazdı masaya da, kalkıp kendim alır gelirdim tabağımı. Ne kadar benimsemiştim. Benim tabağımdı o. Çatlak matlak, sarımtırak marımtırak, bana ait, benim özelim gibiydi sanki.

Kendime ait özel bir odam olması yetmiyormuş demek ki, ille de daha fazla özellerim olmalıymış. Oysa, şimdi düşünüyorum da, benim yetişme çağımda kaç çocuğun kendisine ait çift kişilik yataklı, kütüphaneli, çalısma masalı bir odası vardı, üstelik de onaltı metrekare? Çok şanslıydım bu açıdan, çok. Ama, bir şeyler eksikmiş işte. Derinlerimde bir yerlerde bir şeyler hep eksikmiş. Ondandı belki de bu çatlak tabağa olan sevdalılığım.

Bir gün kırmaya kalkışmıştı babam tabağımı. Zor kurtarmıştım elinden. Annem de yardım edince yumuşamıştı babam. Oysa annem de az sinirlenmezdi hani. Ne vardi ki? Ne olmuştu? Niye eski, çatlak bir tabaktan yiyemeyecektim?Anlamsız bir takışma işte. Peki, ben olsaydım onların yerinde, acaba ben çocuklarıma nasıl davranırdım? Hiç böyle bir şey yaşamadım ki bunu cevaplayayım. Ben de az çok babama çekmişim, sofra düzenine ve şıklığına çok düşkünüm. Tek başıma yerken bile sanki bir sarayda yemek yermişcesine özen gösteririm soframa. Ama, sanırım yenilik eskilik ile bir derdim yok. Ben daha çok estetik üzerinde duruyorum sofrada. Yine de bilemeyeceğim, ben olsam nasıl davranırdım, çocuklarım illa da eski ve çatlak bir tabaktan yemek konusunda ısrarlı olsalardı.

Bugüne kadarmış seninle dostluğumuz, yarenliğimiz. Artık zamanı geldi. Taşınıyorum. Farklı bir düzen kurmalıyım kendime. Tek tük ne varsa yok etmeliyim mutfağımda. Ondan seninle vedalaşmamız. İki ayrı eve bölmeliyim eşyamı. Yarısını yazlığıma, yarısını da kışlığıma. Her iki evimi de yeni baştan düzenleyeceğime, yeni bir hayat kuracağıma göre, sana da yol göründü artık. Affet beni sadık çatlak tabağım. Güle güle.

What is Habitat?/Habitat Nedir?



Habitat is a place where species get what they need to survive: food, water, cover, and a place to raise young. In other words, a habitat is a plant or animal's home. For people, habitat might stretch from their home (where they have water, cover and a place to raise young), to the supermarket (where they buy food). All the places people go to get what they need to survive can be considered part of their habitat.
Different living things have different needs for food, water and cover, so each kind of animal or plant has a specific kind of habitat.
For example, some sea stars live in rocky tidal pools along the Pacific coast. The rocky tidal zone forms the main part of the sea star's habitat (sea star larvae float through coastal waters, which is also considered part of the animal's habitat).
A moose, on the other hand, has very different needs from a sea star and lives in a very different kind of habitat — like the evergreen forests of Alaska, among other places.


Habitat, türlerin yaşamlarını sürdürmesi için gerekenlerin bulunduğu ortamdır: yiyecek, su, barınma, üreme. Diğer bir deyişle Habitat, bir bölge veya hayvanlar alemi(evi). İnsanlar için ise evlerinden uzama(su, barınak ve üreme bölgeleri), alış-veriş merkezleri(gıda temin edebilecekleri). İnsanların yaşamaları için gerekeni temin edebilecekleri yerler de insanlık için habitat bölgeleridir.

Örneğin, bazı denizyıldızları Pasifik Okyanusu boyunca kayalık gel-git havzalarında yaşarlar. Bu durumda bu gel-git havzası denizyıldızı için bir habitat bölgesidir(denizyıldızı larvaları kıyı sularda bırakıldıklarından haynansal habitat bölgeleri kapsamında değerlendirilir).

Diğer taraftan bir geyik, denizyıldızından çok başka özellikler gösteren bölgede yaşayabileceğinden, daha farklı bir habitat bölgesinde yaşamaktadır-Alaska'nın yeşiliklerle dolu ormanları gibi benzerî yerlerde.

Çeviri(translation) Birsen Şahin



Kaynak : http://happeninhabitats.pwnet.org/what_is_habitat/index.php

Salı, Aralık 05, 2006

BBB Başkanlığına yazılmış dilekçemdir(Konu devam edecek)

Konu : Doğal Habitat Bölgesi Talebi





Sayın Başkanım, dünyanın gelişmiş ülkelerinde yaşam, teknolojiden dolayı bazı insanlar ve özellikle emekliler için çekilmez oldukça, habitat bölgeleri ayrılır bildiğiniz gibi. Bir Afrika buna doğal olarak sahipken, ABD özellikle benzeri bölgeler ayırıp, hem doğal yaşamı korumayı desteklerken, hem de güncel yaşamın dışına itilmiş(hele bir de eğitimli iseler) emeklilerine gerek organik tarım imkanı, gerekse kendi yiyeceğini kendi yetiştirebileceği olanakları sağlamakta.



Neden bu güzelim kent Bursa'mda(altı kuşak Bursa'lıyım) benim belediyem böyle bir projeye el atmakta gecikiyor?



2001 Beyaz yakalılar krizi ile emekli olmuş bir kadınım. Bugün tekrar çalışmak istesem de, zira emekli maaşı ile geçim çok zordur, ne bana iş var, ne de bunu bir hak olarak görmekteyim, genç kuşaklar işsiz kalmasın diye.



Ben, Belediyem tarafından Habitat ilan edilmiş bir bölgede hiç olmazsa 300 m2 bir alana iki katlı, deprem dirençli prefabrik bir ev kurup, bahçemde kendi yiyeceğimi yetiştirmek ve belirli alanda bulunan doğal ortamın hayvanlarına da bahçem elverdiğince gıda temin edebilmeyi arzu ediyorum. Bahçemin bir köşesinde bir tavuk kümesim olsa, hem yumurta ve et ihtiyacımı karşılarım, hem de zaman zaman açıkgöz yaban hayvanı arada bir tane götürüp karnını doyurabilir. Bahçemdeki hasattan sonra kalan doğal çöplerimi gübre olarak biriktirmek isterim, eğer Belediyem bu gübreleri de tıpkı dönüşümlü çöpleri topladığı gibi toplarsa.



Lütfen bu projenin hayata geçmesi için önayak olun ve hem Türkiye'de ayrıcalıklı bir Bursa yaratın ve tarihe adınız kazınsın, hem de benim gibi eğitimli emeklilere nefes alabilecekleri ve bir arada ama ayrı ayrı yaşayabilecekleri ve hatta dünyadan kopmadan yaşayabilecekleri, üretebilecekleri, kendilerini "işe yarar" hissedebilecekleri ve dolayısıyla da bunalımlardan kurtulacakları bir yaşam sağlayın.



Umarım bu projenin benim hayalim olarak mezara girmesine müsaade etmez ve siz de tarihe adınızı kazıma onuruna erişirsiniz.



Saygılarımla, Birsen Şahin


Pazar, Aralık 03, 2006

Lara'm Kocaman Kız Olduuu



Bazı dostlarımla beraber büyüttük Lara'mızı : ) Daha ilk günden onlar da onu fotoğraflarıyla takip ettiler ve biricik torunuma maniler düzdüler. Biz de hiç birini unutmadık Mudanya'da, hepsini andık.

Hepinize kucak dolusu sevgi ve binlerce öpücük getirdim Lara'mdan.
Hiç öğretmedik, hatta aksine ben ona hep "Lala'm" dedim, ama o kendiliğinden bana "ennenne" demekte son iki-üç aydır. Sanırım koltuklarım kabarıyor.

Seninle gurur duyuyorum

kalbim seninle

Edith Piaf - La Vie En Rose
by bigproblem11