“Sular yükselince, balıklar karıncaları yer... Sular çekilince de karıncalar balıkları yer... Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin.. Çünkü kimin kimi yiyeceğine "suyun akışı" karar verir... Afrika atasozu

Salı, Ocak 31, 2006

Barış Manço'yu Unutmadım



Sevgili Barış Manço,

Yılar, yıllaaaar öncesine gittim seni gönderdiğimiz günün yedinci yıl dönümünde. O zamanlar daha oniki onüç yaşlarında bir çocuktum.

Sene sonu geldi ve bizlerde bir heyecan ki sorma gitsin, sene sonu balomuz var. Memleket yabancı bir memleket. Çocukarın hepsi plaklarını getirdiler, bende de var tabii o zamanların Deep Purple'ı, Santana'sı, John Lennon'u, Mick Jagger'ı. Ama, bir Türk evladı olur da, götürmez mi evinden kendi Türkçe plaklarını? Tabii götürür ya! Ben de götürdüm o zamanlar senin plaklarını işte böyle bir senesonu balosuna. Dinlettim seni oralarda, daha bu kadar ünlü değilken sen oralarda. Bunun gururunun yüzüme nasıl yansıdığını, benimle o güne gelip de görmen gerekir ancak, yoksa öyle kelimelere sığmaz bazen değerli bir müzik adamını anlatmak.

Kolay değildi senin plaklarını çaldırmak onlara. İlle de Orient müzik istiyorlardı. Malum ya, Türkiye'yi sadece Orient müziğin çalındığı bir ülke zannetmek onların gururunu okşar. O zaman da öyleydi işte. Ama başardım, biliyor musun? Gecenin büyük bir kısmında seni dinlemelerini sağladım.

Sonra aradan yıllar geçti, ben memlekete yerleştim ve sen televizyonlarımızda "Yediden Yetmişyediye" ve "İkinci Kahvaltı" gibi ne güzel programlar hazırladın. İnsanlara yaş sınırı tanımadan açtın müziğini, evrensel bir müzik anlayışında birleştirmeye çalıştın kundaktaki bebeden, ömrünün son demlerini sürmekte olan nineciğe/dedeciğe kadar insansoyunu, hem de sadece ülkemizde değil, Japonya'ya kadar götürdün bu düşünü.

İlk hastaneye kaldırılış anını hatırlıyorum. Bir tartışma programı izliyordum gecenin bir yarısı; önce alt yazı geçti, sonra da Kadir Çelik dillendirdi sağlık durumunu.

Ve o gece son oldu canlılar dünyasındaki göz kırpman bizlere. Ama benim kuşağım hiç unutmadı seni, çünkü seninle büyüdük, seninle coştuk, seninle hüzünlendik "Dağlar Dağlar"da, "Kol Düğmeleri"nde ve daha nice parçalarında.

Rahat uyu sevgili Barış

ve

Adın gibi etkilesin bizi bıraktığın eserler.

Birsen Şahin

Mektup


Biliyorum, bu vatan hiç kolay kazanılmadı. Kimbilir sen ve arkadaşların ne acılar çektiniz, ne zor günler geçirdiniz, hatta belki aranızda ne anlaşmazlıklar çıktı; okumaktayız Ata'm. Bazen gözlerim dolar senin hakkında okurken; bazen de hırsımdan tırnaklarımı kemirdiğim günler olmuştur, hani kurduğun mecliste de tilkilerle olan savaşında. O gün de bitmemişti Ata'm, bugün de bitmedi. Ne tilkiler dolaşmakta hala yurdumda.

Bazen korkuyorum Ata'm! Çok korkuyorum! Acaba bıraktığın emanetin kıymetini bilemeyip, yok mu edeceğiz?

Yıllarca halkım cahil bırakılmak uğruna, ekmek parasına çalıştırıldı; ki, kitap alıp, okumasın, bilinçlenmesin, diye. Sonuç kötü oldu Ata'm. Hem de çok kötü. Bazen aynı gruplar dahi birbirini yemekte. Eminim sen de yaşamışsındır bunu zamanında. Ama bir fark var aramızda Ata'm. Sen koskoca imparatorluk izlerini yıkma savaşı verdin, o alışkanlıkları bir çırpıda yok etmek kolay değildi; çok, hem de pek çok güç bir savaştı seninki. Oysa ben, benim zamanımı hiç anlamıyorum Ata'm. Çünkü biz Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşamadık, bu kuşak o kuşak değil. Ama bak, yine de birbirimizi yemedeyiz.

Keşke gelsem yanına. Biraz kalsam yanında. Umut alsam senden, destek alsam. Sonra dönsem yine buraya. Daha bir başı dik, daha bir umut dolu dönsem.

Öyle garip şeylerle uğraşıyor ki memleketim, inanasım gelmiyor. Birileri başı açık namaz kıldı diye, bir bardak suda fırtınalar kopartılmakta. Oysa bu o kadar önemsiz bir şey ki. Anlamıyorum bunları Ata'm. İnan anlamıyorum.

Biliyor musun Ata'm? Ağlıyorum ben şu anda. Yanımda olmanı çok isterdim, başımı okşamanı isterdim; ağlama çocuğum, geçecek, hepsi geçecek birgün, demeni isterdim bana.

Bu başı açık namaz kılmanın Kur'ana ters olmadığını ifade ettim, baş örtüsünün tamamen geleneksel bir yaşam biçimi olduğunu ifade ettim. Bunları söyledim çünkü, gerçekten yedi yılımı verdim ben islamı öğrenmek için. Sonuçta geldiğim nokta bugünkü putperestlik değil ama, bugünün çok ötesinde bir yer. Biliyorum ki, bu konuda yetişmiş birçok ilim adamı da o gerçekleri açıklayamıyor, aforoz edilme korkusuyla. Bazı açıklama yapanlar da, popülerliklerini korumak ve/veya siyasal yaşamlarında kaybetmemek adına açıklamada bulunuyorlar. Bu konu hakkında olan yazışmalarımda bir şeraitçı ilan edilmediğim kaldı.

Bu nasıl bir düşüncedir Ata'm? Senin yolunda yürüyen, senin can ve kan vererek kurduğun vatana göğsünü siper etmekten bir an bile çekinmeyen, senin önünde ömrünün her gününde saygıyla eğilmiş ve son nefesine dek de eğilecek olan ben, bir tefsir okurken, yazın soğuk birasını içen, canı istediğinde ramazanda oruç tutan ama istemediğinde, midesi rahatsızlandığında tutmayan ben, bugünkü yaşam koşullarına son derece uyumlu ben, nasıl olur da şeriatçı gibi görünürüm?

Bunlar gücüme gidiyor Ata'm. Gücüme gidiyor insanların bilip bilmeden birilerini yaftalamaları.

Affet beni Ata'm. Bir an işte düşmüştü omuzlarım, bir an eğilmişti başım. Ama atlattım şu anda. Değil mi ki, yanımda olduğunu biliyorum; değil mi ki, bıraktığın yolda yürümeye, her ne olursa olsun azimliyim; değil mi ki, her zaman çağdaş yaşam biçimini ön koşul kabul ettim ve senin açtığın yolda dimdik yürümekteyim, taşırım ben bu yükü. Bak! Topladım işte kendimi. Affet bir an çaresizliğe düştüğüm için, bir an çocuklaştığım için.

Rahat uyu Ata'm. Ben ve benim gibi evlatların var. Elbet çıkış yolunu bulacağız. Elbet birgün farklılıkları sindireceğiz. Elbet birgün demokrasiyi öğreneceğiz. Çağdaşlığın temellerini atacağız. Bugünkü emperyal demokrasinin yolunu keseceğiz ve insanlığın hak ettiği, insanca yaşamın gereği olan, fikir özgürlüğünü benimseyeceğiz, insanların farklı farklı olduklarını öğreneceğiz, onları yargılamadan önce tanımaya çalışacağız. Birlik ve bütünlük içinde yaşamayı öğreneceğiz. Biz içeride birbirimizi yersek, dışarıda yedi düvelin bizi yemeye hazır beklediğini öğreneceğiz.

Ama, yine de Ata'm, beni de çağır yanına. Fazla uzamasın bu ayrılık. Seni çok özledim.

Birsen Şahin

Pazartesi, Ocak 30, 2006

Muazzez İlmiye Çığ/Sümerolog





Değerli Sümeroloğumuz ve sanırım dünyanın ilk sümerologlarından biri aynı zamanda, iki yıl önce gördüğümde sağdı, uzun zamandır televizyon izlemediğimden kaçırmış olabilirim, gerçi televizyonlara çıkacak kadar popüler olamadı garibim, ancak Hulki Cevizoğlu bir gün almıştı programına.

Eğer hayattaysan hâlâ ve bu yıl yine gelirsen Buttim'de düzenlenecek kitap fuarına, gelip yine ziyaret edeceğim seni ve yine gücüm yettiği oranda anacağım adını genç kuşaklara, tarihten bize fısıldananları yazan kitaplarını anlatacağım. Orada yazdığın ve halkımın kökleriyle övünmesi gereken bilgileri aktardığın eserlerini bir kez daha duyurmaya çalışacağım bizden sonraki kuşağa, ki, komplekslerinden arınmak için kendi soylarını görmeyi öğrensinler. Umarım hayattasındır ve ben senin gibi bir minicik gövdeli kocaman kadının elini bir kez daha tutma şansına ulaşırım. Seni çok sevdik minicik kocaman kadın. Gözlerindeki o parıltı hiç gitmedi gözlerimin önünden ve bana verdiğin desteği hiç unutmayacağım.

Birsen Şahin



Mavi Gözlü dev'i Anımsamak

Paris metrosundan bir görüntü

AYNI KALP AYNI KAFA

Övünmeden sevgilim
Esaretimin on yılını bir mermi gibi katettim
Ciğerimdeki ağrıları düşünmesem,
Aynı kalp ve aynı kafam var eskisi gibi

Nazım Hikmet Ran



Usta'ma

Dün asmaya kalktık,
Bugün baştacı
Ya yarın?
Umarım çağları deler sesi

Usta'nın

Ne yapılsa değişmiyor
Bir adamın kaderi
Yazmışsa ademe dair
Söylemişse vatana dair
Kadir kıymet biliniyor vakti gelince
Sen bilmezsen eller biliyor
Paris'in metrosunda
El yazmış
Nazım'ın sözünü
Örnek olsun sana, bana

Usta'nın

Ağlama ardından
Güle, oynaya anımsa
Yazdıklarını
Gururlan geçmişinle
Yakala zamanı
Layık ol

Usta'na

Birsen Şahin

Cumartesi, Ocak 28, 2006

Bitmeyen Savaş

Alamut’ta bir deli,
Ordu kurdu yeni terlemiş bıyıklardan;
Sürmek için izleri,
Palatium’da tısladı şövalye;
1231 Uğursuz yıldı,
Katliamlar dizboyu!
Alamut Kalesi sahte cennetler diyarı,
Fidanlar ser verdi rüyada;
Yumurtanın yarısı düştü peşine,
Şövalyenin emriyle.
Kaç can heba oldu
Sahte şeyhin cennetinde?
Tapınak Şövalyeleri
Krala boyun eğdi sonunda.
Bugünse,
Bitmedi doğu ve batının
Kavgaları hala…

Birsen Şahin
28/01/2006




Haykırış

Cuma, Ocak 27, 2006

Afife Jale



A şkların en güzeli patladı sahnede
F ailleri bulunamadı cesaretin
İ ntihardı belki de
F ermanı küskünlükle yazılan
E zeli duyarsızlıklara

Birsen Şahin
27/01/2006

Salı, Ocak 24, 2006

Yenilgilerim




Remil söyler, kararır düş/lerim
Kum ortasında bir deri, bir kemik çocuklarım
Kor düşüyor kadınlığıma
Çaresiz ellerim

Güne yakın kadınlarım
Bacakaraları şahdamarlarında
Peçeli beyinlerin
Örümcek tarlalarında

Mezopotamya talan edildi
Şeytan nöbette çeşmede
Zeus kendini avutuyor
Hera’nın dilinde

Sırada Şahım, dişlerini bilemiş
Kendi karnındaki cambazlıklara
Acem kör edilmiş
Putları taşlamada

Şamfıstığının kabuğu kırılmış
Dişlerin arasında eziliyor
Özgürlük heykeli
Cehennem kapısında bekliyor

Ülkemde gariplikler
Kuşları güldürüyor
Aydın/yarı aydınıma
Düşlerim ağlıyor…

Yenilgilerimde…

Birsen Şahin
24/01/2006

Kış




Yüreğim üşüyor;
Kırpılıp, yüzüme savrulan
Geçmiş zaman masallarında

Omuzlarımda geçmiş aşkların terazisi;
Kefeler kuzey ve güney
Dengesiz; hep ağır basıyor kış

Titreyen usumu saracak
Eller
Küskünlüklerimden soyunsam

Birsen Şahin
23/01/2006

Cumartesi, Ocak 21, 2006


Mor Karanlık

Mor karanlık; özlemim,
Tuzla-buz, cam parçaları
Parçalı bulut düşler/im; sarhoş
Sonsuz mor karanlıkta, boşluk

Osmanlı Beşiği yatır
Çek/il/miş can(!), mezar
Kalabalığın sessizliğinde
Sırat uzar

Sevgi/li/min gözleri yok
İki dudak arası nefes; boşluk!
Ne yana dönsem
Mor karanlık

Birsen Şahin

21/01/2006

Putperest Yaşam




Döner yetmişikibuçuk millet
Bir kara taş etrafında
Kimi şeytan taşlamada
Kimi parasını kollamada
Sorsan pürü paktır herbiri
Arınmıştır artık karalarından
Allah yolunda gözleri
Sorsan nereden geçer allah yolu
Çıkar putlar karşına
Secdede hesap yapan, gözü oynaşta
Yine de inanırlar kendileri
Dönmenin şanına
Kara taş etrafında
Ayak basar basmaz günah alemine
Beyaz bir kadın
Karşısındaki zenciye güler gizli gizli
Fısıldar yanındakilere farklılığı
Ama putperest değildir zenci
Yaklaşır kadına
''Boyayı mı beğenmediniz, boyayanı mı?''
Cevap bekler beyhude
Anlayan beri gele...........

birsen şahin
06/06/2005




Perşembe, Ocak 19, 2006

Sarhoşluğum




Şişenin içindesin sevdiğim
Olur ya
Bir an unutursam diye
Hep içime akıtırım sıcaklığını
Onun içindir
Sürekli sarhoşluğum

Bana ayyaş diyorlar kadınım
Oysa bilmezler
Ben ayyaş değilim
Senin müptelanım
Sensizliğe doyamadığımdandır
Sarhoşluğum

Birsen Şahin
19/01/2006

Çarşamba, Ocak 18, 2006

Soyut Taciz


Yüreğim aşmada dağ tepe

Gözlerim kanlı

Harun el Reşit bombalanmış

Tarumar ciğerlerim

Nefes alamıyor çocuklarım

Kara elmas paylaşımında

Memelerim yetmiyor

Çocuklarımı emzirmeye

İrin fışkırıyor dilimden

Sürüngenler ağzımı kemirmede

Çarmıha gerilmiş elim ayağım

Namusum medeniyet pazarında...

Pablo Picasso’nun anısına

Birsen şahin

17/01/2006

Pazartesi, Ocak 16, 2006

Mor Saltanat








Mor saltanat hüküm sürdü
Yedi düvele karşı kaftanıyla
Ta ki şeytan uç verinceye
Dilim dilim doğrayıncaya kadar

Kaftanın morunda mıydı?
Saltanatın kayığında mıydı?
Bilgelik denen ademiyet;
Tözünü bilmede mi gizliydi yoksa?

Yoksa mordan uzaklaşan
Renk renk cariyede miydi?
Oradan oraya çekiştiren ve
Kardeşi kardeşe boğduran medeniyet?

Kim karıştırdı kafaları
Morun saltanatında akşamları
Sunarak çeşit çeşit cariyeleri
Her biri ayrı düşlerde uçan?

Mor terk etti saltanatı
Düştü zevkü sefaya
Ayaklar baş oldu
Başlar ayak, ulemaya

Yedi renk baskın geldi sonunda
Morun sakladığı tüm gizlere
Saltanat kayığı doldu borçla
Yeniden vatan kardık biz harçla

Morun etkisinde kalan zihniyet
Unuttu bilgesini, bilgisini
Bir kavuğa tav oldu sonunda
Yemede ‘Ulus Devletini’ torun da…

Birsen Şahin
16/01/2006

Dilimizin Önemi

Pazar, Ocak 15, 2006

Şakayla Karışık




BAS anlar IN
YAY dıkları
İçi boş laf tekniğinin
Yaz IN dünyasında yer bulmasıdır

B asamak basamak çıkılmalı
A rşa çıkar gibi sanki
S eğirtmeden, sindire sindire
I lgıt ılgıt esen bilgi tufanında
N azenin kelimelerden oluşan merdivenler

Y azabilmeyi öğrenmeli önce
A sını Bsini hani Türkçenin
Y aymadan konuyu
I ramadan özünden
N ey üfler gibi derinden

Birsen Şahin
01/15/2006

Cumartesi, Ocak 14, 2006

Eleştiri ve Politika




Ne kolayca eleştiririz 'ben'in karşısındakini. Hem de, kim olursa olsun, hiç fark etmez. Haklı mı? Haksız mı? Hiç düşünmeyiz bile, eleştiri oklarımızı yöneltmeden önce. Ne oldu bize? Nerede koptu ip? Biraz düşünmeli bunu. Ama, ne zordur oturup düşünmek, kafa yormak ipin nerede, ne zaman koptuğuna. Kolay yolu seçiveririz biz de böylece. Hatta, karşımızdakine bir şans tanıyıp, onun da kendi penceresinden bakışı olabileceğini, onun kendine ait bir beyni olduğunu, yöresel farklılığın getirdiği görenekleri olabileceğini ve hayata da bu pencereden bakabileceğini düşünmeden yaftalarız hemen.

Edebiyat sitelerini dolaşıyorum. Gezip, gördüğüm sanal alemde yüreğim ezilmekte zaman zaman. Klikleşmeler var. Hani, sözüm ona klikleşmeler genelde, alaylı ve okullular, ve/veya şu okullular-bu okullular arasında olurdu. Dünyaya, işhayatlarına baktığımızda klikleşmeyi genelde bu zeminde gözlemleriz. Oysa sanal dünyayı gezdiğimizde, görürüz ki, klikleşmenin taşları da yerinden oynamış. Neye göre, hangi kriterler baz alınarak klikleşmeler yaratılmakta, belirsizlik içerisinde.

Bir bakıyorsunuz bir grup oluşmuş bir yerde, aralarına katılmak istiyorsunuz, hem kendinizi tanıtmak, hem de onları tanımak adına. Bir müddet her şey süt-liman yolunda gidiyor. Hatta seviliyorsunuz da aralarında. Ama insan olmanın gereği, bir konuda farklı fikir ortaya attığınızda, veya bir olaya farklı tepki verdiğinizde, yapılanı etik bulmadığınızda, bu konuyu incitmeden dile getirdiğinizde, veya bu konuya ince bir espriyle karşılık verdiğinizde, yaptığınız espri farklı mecralara çekiliyor. Sizin söylediğiniz veya yazdığınız, düşüncenizle hiç ilgisi olmayan bir zemine çekilmiş ve aforoz edilmektesiniz.

Bu aforoz etmeler niye? Sultan Süleyman'a kalmayan dünya, size, bana mı kalacak?

Göçüp gideceğiz bir gün. Bırakın insanlar konuşsunlar. Bırakın insanlar fikirlerini beyan etsinler. Onlara bir şans verin/verelim. Birbirimiz tanımaya fırsat verelim kendimize. Buna çok ihtiyacımız var. Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak temel değerlerimize önem verelim; dilimiz gibi, gelenek ve göreneklerimiz gibi. Küreselleşen dünyada, varlığımızı koruyabilmenin ve küresellik adı altında süregelen 'ulus birliğini' yok etme politikasının karşısında ancak bu değerlerle ayakta kalabiliriz.

Birsen Şahin
01/12/2006

Mor Sevişmeler


Mor salkımlar
Çiçek çiçek pencerende
Gözlerin zeytin karası
Ah! Bir delse
Delse, geçse morlara
Nefes nefese
Uçların kanatlansa
Seversin
Sevilirsin
Sevişirsin
Mor döşeklerde
Çoğalırsın erguvanlarda

Soyun gecenin mateminden
Ayıkla bir bir çekirdeklerini
Batmasın yüreğine artık
Ezelsiz kinlerin
Kucakla erguvanların
Mor sevişmelerini

01/14/2006
Birsen Şahin

Cuma, Ocak 13, 2006

Bir Sevda Masalı




Müjgan düşürmüş göz üzre
Söz düşürmüş leb üzre
Aşk eylemiş yar üzre
Peykan vurmuş canevinden
Yanmış sevda köz üzre

Birsen Şahin
01/13/2006

Çarşamba, Ocak 11, 2006

Kurban bayramınız kutlu olsun

Pazar, Ocak 08, 2006

Uyanış


Tik tak, tik tak
Sağır ediyor beni
Kim bu sesi çıkartan gecenin bu saati

Uyandım
Perde açılınca gördüm
Köprü başında bekleyen rehberimi

Döndüm arkamı
Oynuyordu çocuklar rollerini
Yediden yetmişe yemede dünya nimetlerini

Bekleniyorum
Sonsuz yolculuğum başlayacak
Soyunuyor bedenim bukalemun gibi

Birsen Şahin
01/07/2006

Cumartesi, Ocak 07, 2006

Mustafa Nazif'den


[ od'a düşmüş bir hâl'in rûhiyesine dair: ]
vurmak lazımdı, ayın son ışığında,
kanadı olmayan doru atları.
kağnı arabasının çamurlu tekerleğinde
üç günlük kelebekler çiğnenmeden...

vuruldu! ay, son kez ışık'tı, gözleri
gökyüzüne bakarken; kelebekleri düşündü.
oysa ki kız; ancak 3'e kadar sayabiliyordu.
âh, bir kelebek daha ölecek üçünde...

kırmak lazımdı, gümüşî tarakları.
şehzadelere sunulan cariye saçlarına değmeden.
her yaprak dikilirken gülün gövdesine,
dikenler dokumalıydı ipekten elbiseleri...

kara çarşaf kana bulandı;
yaslı düğünlerin ertesi emanet
şehzadenin gümüşî tarağında mıdır merhamet
diken; gül içindir.. gül; ölmek için (-midir?)...

sunmak lazımdı, ayrılığın zehrini kadehlerde
tutkuya takılmış, koyun hisleri çelişmeden.
başı koyup zaman celladının yüreğine
mekana atılmalıydı yalnızlığın sesi...

yalnızlık, etrafında dönüp duran gir-dap!
Zehrini akıtır bir yılan gibi, sin-si!
cellad, ağlar mı kurbanın kanının ardından,
mekan nedir ki; dinle, yalnızlığın sesini...

yazmak lazımdı, yağmur ardından gelen isimleri.
akvaryuma düşen kum saatinin tik tak'larında.
dalgın yürüyüşlerini, gölge sırtlara yükleyip.
aynalar örtmeliydi, kamburları saklamak adına...

gölge gibi münzevi bir karanlığa muhtaç,
dalgın yürüyüşlere gebe son-bahar sokağım.
canhıraş bir çaba; aynaları örterken,
bir yılan zehrini akıttı, bütün balıklar öldü!..

seyretmek lazımdı, bütün aşkları tuvale çizip.
fırçanın son vuruşu, boyun kısmına denk gelerek.
ince/güçlü/zarif bir kesik insan gerdanlığında,
ipler saklanmalıydı, anaların koynunda...

mehmed'e sormak lazımdı, ip nasıl keser?
ya düşünce girdabında nasıl boğulur insan.
reis! dön de bak aynaya, kalem kırılmaya yakın(!);
fırçanın son vuruşu, ipin keskin nefesi, matemin gözyaşı...

sevmek lazımdı: doğmayı / ölmeyi beklemeden
düşünmeden dalmak, yarin gözlerindeki ateşe.
şehrin ışıklarını söndürüp, kapı aralığına sığınarak,
uykuya dalınmalıydı, derin sevdalarda...

od'a düşmeden yanmayı beklemek ne hata,
mecnun olmadan çöllere düşmek beyhûde.
yârin gözüdür od, çölüdür yangın yürek,
dal uykuya hadi; od senindir, çöl senin...


17.12.2005
yarısı ben'im,
yarısı herşey'in...

http://www.blogcu.com/mustafanazif/

Cuma, Ocak 06, 2006

Kelebek



Bir ten değer ateş/im/e
Kanat çırpar hayaller/im
Titrer hücrelerim soyundukça
Ar perdesi kanatlan/ır
Kurutur çıplaklığım/ı/n yağmur/u
Buhar/
laşırım...

Kozasından sıyrıldıkça
Can/ım
Tatlara uçar/ım
Dörtnala...

Ten yaşa/yınca
Kanatlan/ırım
Kelebek misali...

01/06/2006
Birsen Şahin

Çoban


Sabahın erken saatlerinde, henüz gün bile uykudayken düşer çoban yollara. Toplar köyün bütün koyunlarını, otlatmaya götürür Kurtik Dağı'na. Her sabah biteviye...

Her evin bir kaç koyunudur katılan, kapı kapı dolaştıkça çoban. Nihayet köyün tamamını dolaşıp da, hepsini topladı mı arkadaşlarının, değmeyin çobanın keyfine.

Şöyle biraz çıkınca köyden, köprüyü de geçiverince dağa doğru, kavalını alır da eline, başlar yanık yanık seslenmeye dostlarına. Koyundan da dost mu olur demeyin, çobanıma gülmeyin; o anlar dilinden sürüsünün. Koyunları da anlar kavalının dilinden çobanının. Bir kaval seslenir dile gelir de, bir koyunlar seslenir kavala. Ne güzel türkü tuttururlar birlikte. Bir de çıngırak sesleri karışır arada kaval sesine, koyunların melemelerine eşlik edercesine. Çobanım anlar dilinden koyunlarının da, çıngıraklarının da. Kimse bilmez aslında amadır çoban. Ama güzellik de bu ya; göz olur o çıngıraklar ve koyunlar çobanıma. Gören, çoban sürüyü güder sanır ya, kimin kimi güttüğü önemli değildir aslında. Bir sestir onları güden ve Kurtik dağına doğru yollandıran. Biraz kaval, biraz çıngırak, biraz meleme, biraz da çoban...

Kurtik de Kurtik hani; dağ gibi dağ, eteklerinde çobanı karşılayan. Çoban alır kokusunu dağın, bilir kendine çağırdığını. Duracağı yeri de anlar Kurtik'in yaydığı kokudan. Hem çoban, hem koyunlar..... Akşama kadar kaval çalar çoban hem koyunlara, hem koca Kurtik'e. Söyleşirler kimsenin anlamadığı bir dilden kendilerince.

Akşam inmeye başlayınca sonra, dağ hafif çehresini karartır bir büyük baba gibi de, işaretini verir çobana. Artık kalkma vakti gelmiştir sürüye. Koyunlar da bilir ya kokudan, yine de çobanın kavalıdır asıl onları zamanında uyaran. Tembel tembel toplanırlar da bir araya, salına salına inmeye başlarlar aşağıya. Kurtik bir rüzgarla yolcu eder dostlarını ve bakar arkalarından köprüye kadar.

Çoban döner selam verir göremediği Kurtik'e, Kurtik eser hafif hafif yolcularına...

07/02/2005

Birsen şahin


Fotoğraf : Adem Sönmez

Çarşamba, Ocak 04, 2006

Entelijansiya ve Entel-Dantel sohbetler

Yakın geçmişe bir dönüp, Profesör Mina Urgan’ı hatırlatmak isterim. Bilimsel nice eser vermişliğinin yanında, ne güzel mesajlar veren eserleri de olmuştur. Beni onun kitaplarında en çok etkileyen konu, kitaplarının birinde, Türkiye tarihinin incelenmesinde, yazılı eserin azlığından yakınması olmuştur. Kayıt bulamamaktan muzdarip olmuşluğunu dile getirirken de, ister kasap olsunlar, ister bakkal olsunlar, ister edebiyatçı olsunlar, mutlaka yazmalarını tavsiyesi olmuştur. Belki her yazılan eser değerini bulmayacaktır. Bırakın zamana. Zaman, yazdığınız eserin yerini buluşturacaktır, değeriyle. Bir bakkal, bir kasap deyip geçmeyin; bir düşünün, bundan otuz veya kırk hatta ve hatta yüz yıl önce bir kasabın bir eser yazıp bırakmışlığını bu günlere. Neler vermezdi ki bu eser o günlerden bizlere bu güne? Neleri, hangi gerçekleri, duyguları taşırdı? Bir düşünün.

Hangi meslekten olursa olsunlar, eser bırakmalıdır insanlar gelecek kuşaklara. O dönemin alışkanlıklarını, dugularını, gelenek ve göreneklerini miras bırakmalıdırlar. Duygunun aktarımı kadar değerli bir şey bulabilir misiniz yaşamınızda? Her şiirimizde, her öykümüzde duygu aktarımı yok mudur aslında?

Entelijansiyayı oluşturmak için toplumların, hangi meslekten olurlarsa olsunlar yazmaları gereklidir. Yüzlerce yıllık birikim gerektirir entelijansiyayı oluşturmak. Oluşturamadığınız toplumlarda ise, entelektüel görüntü sunan, dar bakışlı insanlar bulursunuz, her şeyi bildiğini zannedip, her konuda fikir yürüten. Bugün bizim de televizyonlarımızda gördüğümüz görüntülerdir bunlar. Kaldı ki, sadece televizyonlarımızda değil, dolaşın sanal alemi, hele de edebiyat sitelerini; yüzleşin gerçeklerinizle, neler yapmaktasınız, neler yapmaktayız? Sonra da, bugünkü gibi saçımızı başımı yolarız, bu insanların nereden çıktığını anlamaya çalışarak. Oysa, bizlerizdir. Bazen bir diğerimizi horgören, ötekileştiren.

Tabii ki, bütün bu saydıklarımın yanında, savaşlar da bir toplumun yazılı eser bırakmasında geciktirmelere sebebiyet vermişlerdir. Geçen yıl ‘Çanakkale’ hakkında yapılan filme gitmek için can atmışlığım, filmden sonra yaralanmama sebep olmuştu. Fimden sonra neredeyse zavallı Anzaklara acıyacaktım. Bu da kısmen, o dönemde yeterli yazılı kanıt, hikaye bırakılmamışlığından olagelmiştir. Demek ki onlar bizden daha fazla yazılı kanıt bırakmıştır geriye. Oysa en çok yazılı belge bizde olmalıydı o dönemden, emperyalizmin o denli büyük yok etme propogandasından ve can almasından sonra. İyi ki değerli yazarımız Turgut Özakman ‘Şu Çılgın Türkler’i yazdı da, biraz olsun yazılı kanıt bırakabileceğiz gelecek kuşaklarımıza.

Benim hazırlamakta olduğum ‘Parktaki Tahta Bank’ da bu tür bir eser, 2000’li yılların başlarında, bir mahalleden geçen olaylardan bir demet, umarım, bundan elli yıl sonra , gelecek kuşaklara, bu yıllardaki yaşam biçimimizi ifade eden bir eser bırakmışlığın onurun yaşarım.

Emperyal baskılar altındaki düşüncelerden kurtulup, ‘olması gerekenler’ üzerinde fikir yürütürken, ‘olanlar’ın da unutulmaması, entelijansiyanın gelecek kuşaklara olan borcudur. İşte, entel-dantel sohbetlerden burada ayrılmaktayız, entelijansiya olarak. Çevremizdeki, kimin karısıyla, kimin kocası ne yapmış; kim ne giymiş; kim ne almış sohbetlerinden uzaklaştığımız oranda, içinde bulunduğumuz topluma bir şeyler katarız ki, o zaman entel-dantel sohbetler de eksilir içimizde.

Birsen Şahin

Pazartesi, Ocak 02, 2006

Deli/rmek



Bazen gevrek iştah/sızlık/la
Kaparım pınarlarımı
Devr-i alem kovanına

Kör/leşir zaman
Uyku/suzluk girdabında
Ten üşür
Yalnızlığımda
Kalabalık caddelerin
Lal seslerinde
Bir an gelir
Devşirir akıl
Gün kurtarmalara
Zor/lanır
Sağaltmalara
Alkış/lar kıyamet
Ademden bana
Ayrılmadıkça yolum
Riyakar suretlerden
Ben/de yasaklarım
Sahte gülümsemelerin
Koşullanmış sürülerine
İsyan/lar/ım
Susmuyor
Taraftarım
Akıl/lı deli/rme/lere...

Birsen Şahin
01/02/2006

Pazar, Ocak 01, 2006

Öpülen Yaşam




Öpülen bir ten/de
Yanar titreşimler güne inat
Bir dudak yaşar
Hayallerimin arasında sana inat
Uçlarım kanar
Doğa/nın kanunu
Titrek bir kelebek/se
Zaman
Sona yaklaş/tıkça
Bahar dalı
Hayallerim sus/ar
Tanrıya inat

01/01/2006
Birsen Şahin

Umut


Gün doğar tende
Üşür/ken pınarlarım kuşluk vakti
Celladım
Suskunluğumun ardında
Lal gülüş/ler beşik sallar
Kaypak şehir doğmadan
Sonsuzluk yeşerir
Her ölümün koynundan
Cellada baskındır ten
Yeşerir uçlarından...

Birsen Şahin
01/01/2006




Gün

Sev/işir/im kollarında günün
Çocuk yüreğimde nakışlar
Nasır tutmamıştır kuşlukta
Dönmede ibre
Usul usul ölüm/ler/e
Yanmada tik tak tik tak nefes
Kavrulmadan önce
Ten/de hercailer
Nev/bahar direnmede
Yenilmeden önce öl/ümlere...

Birsen Şahin
01/01/2006

Seninle gurur duyuyorum

kalbim seninle

Edith Piaf - La Vie En Rose
by bigproblem11