Yaralarım kanıyor, kan sızıyor taaa yüreğimde/görünmüyor ki nehir...
Bir masada zehir oluyor bütün yemeklerim. Böyle mi olmalıydı? İki yolcu -bir erkek, bir kadın- fondan gelen eski nağmeler eşliğinde neler yaşatabilmeliydi bir diğerine!.. Bazen anılar kanatlanır ötelerden, hayıflanarak süzülürler geleceğe, gözleri akar -olmazlığa, keşkelere ve hep saplanırlar düşlere. Kırık bir kalptir iyileştirmeye çalıştığımız bazen, bazen de dünyanın ağırlığı altında ezilmiş omuzlara bir payandadır bir çift tatlı söz, aslan sütü eşliğinde gönül alan.
Oysa masanın bir ucu hep için için gözleriyle yer kadını; karşısındaki "kadın" olarak tanımlanmasa kendini ispattan yoksundur ya, beyni bacak arasından çıkmaz ve görmez "insan"ı.
Koşullanmışlığın dışına çıkabilse bir an adam, "olması gereken" değil de "olan" olabilse, soyunsa teninden, görür mü kadının kanayan canını?..
Ah-vah ile geçiririz koca bir geceyi/bir yürek kanaması ve bacakarasında çarpan bir yürektir yaşayan.
Adam sıyrılamayınca kendisine biçilen üniformadan, masadaki bardakları, tabakları kırdı kadın bir bir, en son da geceyi kırdı. Aldı kanayan yüreğini eline ve kayboldu gecenin ıssızlığında, ardında kin dolu bir gece bırakıp...
Birsen Şahin
10 Eylül 2007
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home