“Sular yükselince, balıklar karıncaları yer... Sular çekilince de karıncalar balıkları yer... Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin.. Çünkü kimin kimi yiyeceğine "suyun akışı" karar verir... Afrika atasozu

Cumartesi, Şubat 24, 2007

Kameriye


Yatak odamın penceresini açıp altı kat aşağıya baktım. Dokuz numaralı dairede oturan Sinan beyle eşi Muhsine hanım bahçedeler. Annemin bahçe demirbaşı olarak hediye ettiği masanın üzerine Muhsine hanım da güzel bir çiçekli masa örtüsü yerleştirmiş, içimiz açılsın diye sanırım. İyi de olmuş böyle. Annemin verdiği -kıyıp da yeni bir masa veremeyeceğine göre- eski bir masaydı ve plastik olduğundan mıdır nedir yıllar içerisinde güneşten rengini de atmıştı. Ne tuhaftır ki bu plastik masalar yıllarca güneşte kalınca şöyle sararmazlar diğer bir çok eşyada olduğu gibi, grileşir bunlar; işte bu da öyle olduğundan, iyi yakışmış, iç açıcı olmuş bu masa örtüsü üzerinde. Bu ikili plastik sandalyeleri de aldığımız ne iyi oldu. İster iki kişi oturulur kalabalık olunca, ister uzatılır ayaklar şöyle keyiflice.

Bahçe pek güzel oldu bu yıl. Bahçıvana dünyanın parasını verdik, olmalı tabii. Kasımda dikmişti bu hercaileri, bahar geldi hala capcanlılar, rengarenk. Bütün bahçe bolca gübrelenmişti, hatta çimi de attık da yeniden çimlendirdik kışa girmeden. Şimdi onlar da iyice canlandı. İşe yaradı o kadar gübrelediğimiz. Bir ara şaşırıp kaldı komşular bahçeye bu kadar para harcıyorum diye ama yine de yöneticiliğime müdahele etmediler. Yakındır artık, biri çıkar alır yöneticiliği, çünkü ben topladığım parayı güzelleşmeye, bahçe keyfine harcıyorum. İyi yaptım; bak, ne güzel masa koyacak yer hazırladım onlara, bir de betondan tezgah yaptım, tabak çanaklarını koysunlar diye mangal yaktıklarında. Hatta tezgahın altı da mangalı saklamaya, tüp falan koymaya müsait, yağmur yağdığı zaman ıslanmaz. İyi oldu, iyi iyi.

Muhsine hanımın elinde bir kitap var, o da okumayı seviyor. Zaten bizim apartmanda ondan ve benden başka okuyan yok ne yazık ki. Bir öğretmenimiz var, genç bir hanım, eşinden boşanmış, kızıyla birlikte yaşıyor. Rahmetli hocahanım teyzenin dairesini almıştı birkaç yıl önce. Evi alınca her yerini yıkıp, çok da güzel bir daire haline getirmişti. Çok şık giyinir, bazen taksi kullanır gideceği yere, gelirken de taksiyle gelir zaman zaman. Oysa dolmuş kapımızın önünden geçer. Tatillerini de çok güzel yerlerde geçirir uzun uzun. Evine kahve içmeye gittiğimde kendisinin ısrarı üzerine, bir kütüphanesi olmadığını görmüştüm. Kitap konusu açıldığında zaten kendisi “Aman bıktım okumaktan, yıllarca oku, sonra da öğretmen ol, artık hiçbir şey okumak istemiyor canım” demişti bana. Ne üzülmüştüm için için ve şaşalayarak.

Sinan bey çeviri yapıyor herhalde yine. Önünde bir dosya, bakıp bakıp elindeki mandalla kağıt tutturulmuş altlığa ilişik ayrı ayrı yapraklardan oluşan deftere bir şeyler yazıp duruyor. Arada sözlüğe bakıyor. Birkaç yıl Almanya’da öğretmenlik yaptıktan sonra iyice geliştirdi Almancasını, sonra sınavını verip, öğretmenliğin dışında tercümanlık da yapmaya başladı. Hem ek gelir sağlıyor, hem de boşluk yaşamıyor, oyalıyor kendisini. Ama onunki kendini oyalamak değil, parayı çok sever. Amaaan, neyse ne, bana ne. Yine de hiç olmazsa okumuş ve okumakta olan insanlar. Gerçi Sinan beyin kitap okuduğunu pek görmedim ya, Muhsine hanım onun eksikğini kapatıyordur.

Ben de alıp kitabımı ineyim. Keyifli görünüyor bu güzel havada bahçede olmak. Bir şeyler içiyorlar galiba.

-Komşum, iyi okumalar, keyifler iyi görünüyor.
-Siz de gelin aşağıya.
-Tamam. Ne içiyorsun? Getireyim mi kendime içecek, var mı sende bir şeyler?
-Kahve ve krema var, şeker ve sıcak su da var ama yedek fincanım yok. Fincanını al gel.
-Tamam, kitabımı da alayım geleyim.

Sinan bey kafasını kaldırıp bir selam verdi başıyla, ben de ona. Eşi kadar yakınlık hissetmiyorum ona, eskiden de hissetmezdim. Geçen zaman zarfında az çok anladım neden hissetmediğimi. Çatıştığımız zamanlar kesesini düşünen, gerektiğinde komşuluğunu zedelemeyi göze alabilen bir adam. Olsun, fazla üstünde durmamalı. Nasıl olsa bir yerlerde asgari müştereklerde anlaşmak zorundayız, samimi olmadan da halledebiliriz bunu.

Mutfaktan fincanımı alıp, altı kata aşağıya indim, arada merdiven otomatiği söndü ve bir daha yakmak zorunda kaldım. Yan komşumuzun apartmanında bir kez yakmak yetiyor merdiven otomatiğini, bizimkini nedense ben bir dakikalığa ayarladıkça, biri gelip değiştiriyor. Biliyoruz aslında hepimiz kim olduğunu, yaka silkiyoruz o aileden, ama bakalım nereye kadar gidecek bu aksilikleri? Elbet bir yerde tıkanacağız ve kıyamet kopacak.

-Gel komşum.
-Merhaba Muhsinanım, merhaba Sinan bey.
-Hoşgeldiniz, dedi Sinan bey hafif ayaklanarak ve elini uzatarak. Görüntüde saygıda hiç kusur etmez. Ama her nedense, bu adamda gizli, derinlerde başka bir kimlik daha saklıymış gibi gelir bana.

Havadan, sudan konuşmaya başladık Muhsine hanımla. Biraz lak lak ettikten sonra okuduğuna bir göz attım, menopoz hazırlığı üzerine bir kitapçıkmış. Yavaş yavaş yaklaşıyormuş zaman. Ben o dönemleri çok erken yaşlarda zorunlu katettiğimden, onun hazırlık yapmakta olduğu ve sıkıntılı geçecek o evreyi bir abla edasıyla hafifletmeye çalışıyorum komşumun gözünde, her ne kadar yaşça o benden büyük olsa da. Onun da fazla sıkıntısı olmayacaktır muhtemelen, söyledim bunu kendisine. Biliyorum ki artık, o aşırı sıkıntı basmalar, hatta bir ara korkup doktoruma sorduğum üst baş yolmalar bile olmuyor biz gibi okumuş, eğitimli kadınlar arasında. O zaman söylemişti bana Nuri bey, sadece kadınlığını kaybettiğine inanan kadınların bir son çırpınışlarıymış o çılgınlıklar. Ne kadar aptalca! Kadınlık ve doğurganlık eş anlamlı değil ki, olmamalı zaten. Kadın olarak doğarsın ama doğurgan olmayabilirsin. Biz Muhsine hanımla bunları konuşurken Sinan bey harıl harıl çalışıyor, başını kaldırmadan. Sadece bir ara elindeki işi yetiştirmeye çalıştığını söyledi eşi.

Bir ara konu yine dönüp dolaşıp bahçeye gelince Sinan beyin de ilgisini çekmiş olmalı ki, dayanamayıp söze karıştı,
-Kamelya da yaptıralım bahçeye.
-Sormayın, ben de çok istiyorum bahçemizde bir kameriye olmasını.
-Kameriye dediniz?
-Evet hocam, kameriye denir ya, siz kamelya olarak biliyorsunuz sanırım.
-Tabii Sinan, kameriyedir, sen dikkat etmedin herhalde, diye eşi de destekledi konuyu. Bir utangaçlık sardı iri cüsseli adamı ve bir anda önündeki kahveyi devirdi masanın üzerine.
Birsen Şahin
24 Şubat 2007

1 Comments:

Blogger Unknown said...

Birsen'cigim merhaba, uzun zamandir selamlasmadik. Umarim iyisindir. Bahce icin yaptiklarin cok guzel. Eminim muhalifin ve arkandan konusanin olmustur. Cunku iyi ve guzel seyler yapanlar icin bu vazgecilmez bir sonuctur. Ama sonuc guzel ve mutlaka takdir eden birileri de varsa yolunda devam edip negatif enerji yayanlara kulak asma diyecegim. Menopoz konusunda soylediklerin de beni rahatlatti. Demek ki ben de cok rahat gecirecegim. Eh artik olgunlasma zamanina yaklasiyoruz da!..

Sevgiler.

Mart 02, 2007 11:14 ÖÖ  

Yorum Gönder

<< Home

Seninle gurur duyuyorum

kalbim seninle

Edith Piaf - La Vie En Rose
by bigproblem11