“Sular yükselince, balıklar karıncaları yer... Sular çekilince de karıncalar balıkları yer... Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin.. Çünkü kimin kimi yiyeceğine "suyun akışı" karar verir... Afrika atasozu

Çarşamba, Eylül 21, 2005

Babil'in Asma Bahçeleri/Anı

Bir uçak dolusu insan. Çoğu Türkiye'den olmakla birlikte, bir kısmı da yabancı ülkelerden. Tacir uşaklarıyız hepimiz, malımızı satmaya gidiyoruz Bağdat'a. İlk gelişim bu benim. Zaten daha önce ne kadar gelen olabildi ki? Çok azdır eminim. Saddam diktatör ya; kolayına sokmaz öyle herkesi memleketine. Zaten İstanbul'dan özel bir THY uçağıyla gidiyoruz, öyle seyrü sefer yok özgür özgür.

İndik; havaalanına mı desem? Kuş uçmaz, kervan geçmez, hatta inin ve cinin top oynadığı bir çöl limanına mı desem? Nasıl da anlaşılıyor buranın dikta rejimi ile yönetildiği hemen; bir bilseniz. Bekletiliyoruz, ne için bekletildiğimizi bilmeden. Onlarca insan şaşkın bakıyoruz birbirimize. Birileri bir açıklama yapsa, biz de anlayacağız ne için bekletildiğimizi, ama açıklama yapması gereken fuar düzenleyiciler hababam koşuşturmakta ve anlamadığımız arapça konuşmakta, asker elbiseli zayıf adamlara. Ben diyeyim bir buçuk saat, siz deyin iki saat bekletildik bir kapalı mekanda, su yok içmeye, değil ki tuvalete gitmeye. Zaten tuvaletlerde çeşmeler kırık. Kan ter içinde kontrollerden sonra çıkıyoruz havaalanı diye adlandırılan bir kafes binadan. Şükür kü dışarıya çıktığımızda müşterilerimiz bizleri karşılamaya gelmişler. Müşterileri olmayanlar taksilere binecekler, eğer beklemeye tahammülleri kalmadıysa, ya da kuzu kuzu bekleyecekler fuar düzenleyicisinin kiraladığı otobüslere yerleşmelerini katılımcıların.

Gece çökmüş meğer biz havaalanından çıkıncaya kadar, onun için karanlıkta pek bir şey anlamıyoruz geçtiğimiz yerlerden. Tek dikkatimi çeken, kimsenin trafik kurallarından haberi yok burada, trafik lambalarının renkleri var ama bu vatandaşların onların renklerinin ne anlama geldiğinden haberi yok; kornayı basan geçiyor. Geçiş üstünlüğünü hız ve korna sesi belirliyor anlayacağınız. Otel eskilerden kalma, hele adı bayağı bir eskilerden, bizden üstelik; Hotel Harun El Reşid. Belli ki geçmişine yaraşır bir otelmiş bir zamanlar. Sanki şehrin dışında gibisiniz, ama aslında biraz yürüyünce olmadığınızı anlıyorsunuz.

İlk uyandığımız gün dikkatimizi çeken, geleneksel yemeklerin ağırlığının bütün otele yayılmışlığıydı. Bizi şaşırtan bir ikinci konu da, 100 dolar bozduran her arkadaşın bir sonrakine: -Aman 100 dolar bozdurmaya kalkma, koyacak çanta bulamazsın, 20 dolar bozdur yeter, demesi oldu. Ben sonrakilerden olduğum için kendimi şanslı saydım, 20 dolar karşılığı Irak parasını elime alınca.

Fuar alanının düzenlenmesi, müşterilerin ziyaretleri derken bir haftadan fazlası geçmişti. Gece yorgun odama geldiğimde, ağır Irak yemeklerinden artık gına gelmişti bana. Nasıl da canım peynir ekmek çekiyordu, yanında biraz da meyve. Hele bir de kimseye muhtaç olmadani kendi başıma hazırlamak bunları. Bu dürtüyle otelden çıkıp, ışıkların yoğun görüldüğü sol tarafa döndüm ve yürümeye başladım. Ekmek ararken önce peynir buldum. Onlar kendi dillerinden başka yabancı dil bilmiyordu, ben de onların dilini; ama ne güzel anlaşmıştık işte. Meyvelerimi de almayı becerdim. Biraz daha yürüdüm, ekmek de bulurum amacıyla. Sonunda bir fırın çıktı karşıma. Yapacak başka bir şey yoktu, daldım içeri ve ekmeği elime aldım. Konuşamayacağımızı anladığım için de ne kadar bozuk param varsa, hepsini avcuma koyup, uzattım. Fırıncı bir şey söylüyor, ben herhalde yetmedi deyip, biraz daha para koyuyorum avcuma. Yine almıyor parayı. Ben yine biraz daha para koyuyorum avcuma ve yine uzatıyorum avcumu, istediği kadarını alsın, diye. Bir türlü anlaşamıyorduk. Ben ekmeğin bu kadar pahalı olabileceğini yutmuyor, kazıklandığımı düşünüyordum. Fırıncı yanıma geldi, paraları avucumun içine kıstırdı, elimdeki ekmeği de elimle birlikte göğsüme yasladı ve gülümsedi. Hiç unutmayacağım o sevgili fırıncıyı.

Bir gün fuar alanına yardımcılarımız bırakıp, Bağdat'ı gezmeye çıkıyoruz. Yorgun bağdat. Savaşlardan yorulmuş, talandan yorulmuş, ama insanının gözünde hala umut var. Bağdat'ın bir yanı yıkık dökük, bir yanı sanki saray. Ama çok fazla gitmeniz gerekmiyor bu ikisine şahit olmanız için. Bir ara yoldasınız, yıkık dökük, bir caddeye çıkıyorsunuz, en pahalı kumaşlar vitrinlerde, vitrinler sanki İstanbul. Fakat ana yollar çok geniş. Hele bir ana arter var ki, tam göbeğinde Saddam'ın bir heykeli; bir eli bir yönü gösteriyor, diğer eli başka bir yönü. Rehberimiz de bunun esprisini hazırlamış ekliyor hemen: -İşte siz Bağdat'a buradan girer, buradan da gidersiniz demiş Saddam, buradaki Amerika'ya kafa tutuşu anlamamamız mümkün değil tabii.

Seyahat bitti. Geldik çıkışa. Girerken bizim bavullarımızı değil sadece evraklarımızı kontrol eden memurlar birden aslan kesildirler, ne çıkartıyoruz Bağdat'tan diye. Benim bavullarım geçerken, birden makyaj bavuluma el konuldu ve apar topar alındı banttan; ben neye uğradığımın şaşkınlığı ve kızgınlığı içinde peşlerinden koştururken.

Bir odaya alındım, iki kadın memurun bulunduğu. Makyaj bavulum kilitli olduğundan, benden anahtar talep etme gereğini duymayan görevli bayan bavulumu zorlayarak açma peşinde. Kolay mı bir kadın için buna dayanmak? Ben de dayanamadım tabii. Bir hışımla kaptım elinden makyaj bavulumu, gözlerimi yuvalarından uğratarak ve kendi dilimde iyice bir kalaylayarak. Neyse; açtım. Benim küçük şişe asetonummuş kıyameti kopartan madde. Memur bana gözlerini açarak soruyor, asetonu nereden bulduğumu, nereden satın aldığımı, bağdat'ta kimin bunu sattığını. Öyle bir hışımla çekip alıyorum ki o küçücük şişe asetonu hatunun elinden, o da şaşalıyor. Ben bağırınıyorum:

-Girerken aklınız neredeydi? Uyuyor muydunuz?...............(bunlar da benim dilimin kemiğinin olmadığı zamanlardaki söylediklerim).

Uçağa bindiğimde dönüp arkama bakmıyorum. Sadece bir diktatörün yönettiği ülkede yaşamak istemediğimi biliyorum artık. Bir de tabii, kimsenin bunu haketmediğini.

Birsen Şahin
Mayıs 2001'de yaşanmnış bir anımdır.

1 Comments:

Anonymous Adsız said...

Enjoyed a lot! ritalin

Nisan 24, 2007 10:18 ÖS  

Yorum Gönder

<< Home

Seninle gurur duyuyorum

kalbim seninle

Edith Piaf - La Vie En Rose
by bigproblem11